Kemik Sağlığı için Beslenmenizde Dikkat Etmeniz Gerekenler

Kemik sağlığı için beslenmenize dikkat ederek, 35 yaş sonrası için iyi bir yatırım yapabilirsiniz. 35 yaş, kemik kayıplarının görülmeye başlandığı dönemdir. Öncesinde kemik sağlığını güçlendirmek için yapılan her şey, sağlıklı bir yetişkinlik ve yaşlılık dönemi geçirmenizi sağlayacaktır. Anne karnında başlayan kemik dokusunun oluşumu, 30’lu yaşlarda zirve yaparak kendisini tamamlar ve kemik büyümesi durur. Kemik sağlığımızın zirve yaptığı dönem, 15-30 yaş aralığıdır. 35 yaş sonrasında, kemik yoğunluğunda kayıplar meydana gelmeye başlar. Buna ek olarak kadınlardaki menopoz sürecinde kemik erimesi, genelde çocuklarda görülen kemik eğriliği ve yumuşaklığı olarak ortaya çıkan raşitizm, kemiğin kırılganlaştığı osteoporoz gibi hastalıklar, kemik kaybını arttıran etkiler yaratmaktadır. Kemik ve kemiklerin oluşturduğu iskelet yapımızın yaşam boyu bizi taşıyabilmesi, güçlü olmasına bağlıdır. Beslenmemize dikkat ederek kemik sağlığımızı koruyabiliriz.  

Kalsiyum ve Fosfor 

Vücuttaki kalsiyumun %99’u kemiklerde ve dişlerde depolanmaktadır. Anne sütünde bulunan kalsiyum, kemik ve dişlerin oluşumuna aktif olarak katıldığı için önemlidir. Özellikle ergenlik döneminin bitimine kadar alınan kalsiyum; kemiklerde depolanan kalsiyum miktarını, kemik yoğunluğunu ve kalitesini belirlemektedir. Yeterli miktarda kalsiyum bulunmadığında vücut ihtiyacı olan kalsiyumu kemiklerden temin eder. Kalsiyumun kemiklerde azalması durumunda kemikler zayıflar, kemik kayıpları artar. Kemik sağlığı için kalsiyum alımı yeterli değildir; vücutta ne kadar kalsiyum emilimi sağlandığı da önemlidir. Vücuttaki kalsiyum emilimini artırmak için ise fosfora ihtiyaç vardır. Kalsiyum ve fosfor birlikte çalışan mineraller olarak, kemik sağlığı için gerekli olan kalsiyum emilimini sağlar. Kalsiyum ve fosfor bakımından zengin olan süt ve süt ürünlerini, soya fasulyesini, cevizi, lahanayı, brokoliyi, yeşil yapraklı sebzeleri, balık, kurutulmuş meyve ve kuru baklagilleri beslenmenize ekleyerek kemiklerinizi güçlendirebilirsiniz.

Kolajen

Kemikler esnektir ve bu esnekliği sayesinde karşılaştığı darbeleri içerisinde absorbe ederek, kendisini korur. Kemiklere esneklik veren ise kolajendir. Kolajen bir protein çeşididir ve vücutta en fazla bulunan protein olarak ön plana çıkmaktadır. Kolajen kemik yapısına katılarak eklem ve kıkırdakları korur, esneklik sağlar. Vücudumuz kolajeni kendisi üretebilmektedir ancak, 20 yaş sonrasında üretim azalır. Bu nedenle; kolajen üretimini destekleyen sığır eti, tavuk eti, hindi eti, balık, yumurta, yeşil sebzeler, kereviz, zeytin, ahududu, yaban mersini, pırasa, salatalık, şeftali, mango, kayısı, limon, kavun, havuç, bal kabağı gibi besinlere menünüzde yer verebilirsiniz.

D Vitamini

Sağlıklı kemikler için D vitamini “olmazsa olmaz” diyebileceğimiz bir öneme sahiptir. Kemiğin büyümesi, sertleşmesi ve onarım aşamalarında aktif rol oynar. Vücuttaki fosfor ve kalsiyum dengesini sağlar. Vücutta D vitaminin üretilebilmesi için ultraviyole Güneş ışığına ve yağa ihtiyaç vardır. Derinin ultraviyole güneş ışığıyla teması sonrasında, ciltteki yağ ile birleşerek D vitaminini gerçekleşir. D vitaminin %90’ı vücut tarafından üretilirken, %10’u dışardan besin yoluyla alınır. Günlük 20-30 dakika boyunca Güneş ışığına maruz kalarak ihtiyacınız olan D vitaminini elde edebilirsiniz. Diğer yandan balık yağında, somon balığında, yumurta sarısında, mantarda ve zeytinyağında D vitamini bulunmaktadır. 

Enterogermina Yetişkin Probiyotik 100 ml – 5 ml x 20 Flakon

Enterogermina Yetişkin Probiyotik, içeriğinde 4 milyar Bacillus Clausii sporları ve saf su bulunan takviye edici gıdadır. Bacillus Clausii bir bakteri türüdür. Hastalık yapan bakterilerin çoğalmasını kısıtlamakla kalmaz; bağışıklık proteini olarak bilinen antikorların çoğalmasını sağlar. Bağışıklık sistemini destekleyerek sindirim sistemine yardımcı olur. . 

Probiyotik Nedir? 

Probiyotik, vücuttaki yararlı bakteriler ve mayalardır. Vücudun ağız, idrar yolları, akciğer, vajina ve deri gibi çeşitli bölgelerinde bulunsa da yoğunluklu olarak bağırsak florasında yer alır. Probiyotikler, bağırsak florasında düşman bakterilerle birlikte yer alır. Probiyotikler ise vücut fonksiyonlarının sağlıklı bir şekilde çalışmasını sağlayan, dost bakterilerdir. Virüslerin, mantarların, dost ve düşman bakterilerin de içerisinde yer aldığı mikrobiyom adı verilen vücutta ayrı bir sistem vardır. Bu sistem, vücudun diğer sistemlerine destek olur. Her insanın mikrobiyomu diğerlerinden farklıdır, kendine özgüdür.
Probiyotiklerin vücutta azalmasına bağlı olarak, düşman dediğimiz zararlı bakteriler çoğalmaya başlar. Çoğalan zararlı bakteriler vücutta hastalık oluşumlarına neden olur. Bağırsak florası bozulduğunda uykusuzluk, şişlik, gaz, ishal, kabızlık, şeker ve karbonhidrat tüketme isteği gibi sorunlar meydana gelir.

Neden Probiyotik Kullanmalısınız?

Probiyotik dengenizin belirli sebeplerden dolayı bozulduğunu düşünüyorsanız takviye edici probiyotikler kullanabilirsiniz. Dışarıdan probiyotik aldığınızda zararlı bakterilerin çoğalmasını engelleyerek, hastalık yapan faktörleri ortadan kaldırabilirsiniz. Her insanın probiyotik kolonisi farklıdır. Her yararlı bakterinin sağladığı fayda da birbirinden farklıdır. Bağırsak floranızdaki dengenin nasıl bozulduğunu ve neye ihtiyacınız olduğunu bilmeniz durumunda, sizin için en uygun probiyotik takviyesini seçebilirsiniz. Takviye edici gıda olarak kullanılan probiyotikler, değişen ihtiyaçlara cevap vermek üzere çeşitlendirilmiştir.
Enterogermina Yetişkin Probiyotik içeriğinde yer alan Bacillus Clausii, antikorları çoğaltmak suretiyle bağışıklık sistemini desteklemektedir. Koruyucu, tatlandırıcı, glüten, laktoz, şeker ve aroma içermez. Tatsız, kokusuz ve renksizdir.

Enterogermina Yetişkin Probiyotik Kullanımı

Enterogermina Yetişkin Probiyotik kullanıma hazır, tek flakon şeklinde tasarlanmıştır. Çalkalayıp direk içebileceğiniz gibi istediğiniz içecekle veya yiyecekle karıştırarak da tüketebilirsiniz. Spor formda üretildiğinden saklama koşulları için özel bir alana ihtiyacı yoktur. Her bir flakon içeriğinde u200b Su ve 4×10 cfu* Bacillus Clausii bulunmaktadır. Paketin içerisinde her biri 5 ml olan, toplam 20 adet flakon bulunmaktadır.  

Probiyotik Nedir?

Probiyotik; vücutta bulunan, maya ve bakteri şeklindeki yararlı mikroorganizmalardır. Probiyotik kelime anlamı “yaşam için” demektir. Vücudun çeşitli bölgelerinde yer alan probiyotikler yoğun olarak bağırsak florasında yer almaktadır. İnsan vücudunda, beş yüzden fazla çeşitle 100 trilyonu geçen probiyotik olduğu bilinmektedir. İnsan vücudunda probiyotikler gibi birçok mikroorganizma bulunmaktadır. Bu mikroorganizmaların kendine ait bir sistemi vardır. Vücutta sistemlerinin düzenli çalışmasını sağlayan bakteri, mantar ve virüs gibi mikropların oluşturduğu mikrobiyom sistemidir. Her insanın vücut mikrobiyomu farklıdır. Bu sistem içerisinde, yararlı ve zararlı mikroplar birlikte vücudun işleyişine katılır. Probiyotiklerin yoğun olarak bulunduğu bağırsak florasında, yararlı ve zararlı bakterilerle birlikte yer alır. Probiyotiklerin vücutta azalması, zararlı bakterilerin çoğalmasına neden olur. Vücuttaki zararlı bakterilerin artışı ile hastalıklar meydana gelir. Bitkisel gıdaları az tüketmek, yaşlılığa bağlı sorunlar, sezaryen ile Dünya’ya gelmek, gıda maddelerindeki kimyasallar, aşırı stres, uyku bozuklukları, aşırı şeker tüketimi gibi sebeplerden dolayı probiyotik dengesi bozulabilir. Probiyotikler vücudun çeşitli yerlerinde yer almaktadır. Sindirim sistemi, vajina, ağız, idrar yolları, akciğer ve deri; vücutta probiyotik bulunan yerlerdir. Her birindeki etkisi farklıdır. Probiyotikler enfeksiyonlara karşı vücudu korur, vitaminlerin sentezlenmesinde görev alır, zararlı bakterilerin kana karışmasını engeller ve sindirimi destekler. Vücutta probiyotik dengesi bozulduğunda gaz, ishal, şişkinlik ve kabızlık gibi sindirim sorunları görülmeye başlar; şeker ve basit karbonhidrat isteği artar; vitamin ve minerallerden yeterince emilim sağlanamadığı için halsizlik, yorgunluk, egzama ve alerji gibi olumsuz durumlar yaşanabilir.
 

Probiyotik Ne İçin Kullanılır? 

Probiyotik içeren kefir, ayran, yoğurt ve süt gibi gıda maddeleri tüketseniz de bozulan probiyotik dengesini düzeltmeniz mümkün olmayabilir. Özellikle net olarak belirlenmiş bir sorun için planlı olarak probiyotik takviyesi tüketildiğinde daha etkili sonuçlar alınacaktır. Probiyotikler bağırsak bariyerini güçlendirerek sindirim sistemini korur. Probiyotik takviyelerinin içeriğinde farklı mikroorganizmalar vardır. Probiyotik kullanmadan önce ihtiyacınız olan mikroorganizma desteğini verip vermediğini kontrol etmelisiniz. Gıdalardan sağladığımız faydanın artabilmesi için vücudumuzdaki probiyotik dengesinin korunması gerekir. Probiyotik takviyeleri, bozulan dengeyi planlı bir şekilde düzeltebilmek için imkân sağlamaktadır.

D Vitamini Neden Önemli?

D vitamini, güçlü bir bağışıklık sistemi için gerekli olan temel ögelerden biridir. Vücutta sınırlı şekilde depolanan D vitamini, Güneş’ten alınan ultraviyole B ışınlarının vücuttaki yağlarda çözünmesiyle üretilebilmektedir. Besinlerden alınan D vitamini yetersiz kaldığından, güneş ışığıyla temas etmek insan sağlığı açısından elzemdir. Güneş ışınları deride D vitaminine dönüşerek, karaciğerdeki ve vücuttaki yağ dokularında depolanır. Bağışıklık sistemine birçok noktada destek olur.  

D Vitamini Dişleri Korur 

D vitamini vücutta kalsiyum ve fosfor emilimini sağlayarak dişleri korur. Dişlerin sağlıklı bir şekilde gelişebilmeleri ve sağlıklı kalabilmeleri için, kalsiyuma ihtiyaçları vardır. Vücudumuzdaki en sert yapı olarak diş minesi, kalsiyum fosfattan oluşmaktadır. Diş minesinin en alt tabakasını oluşturan dentin ise çürümelere neden olan bakterilere karşı, oldukça hassastır ve dişlerimizin büyük bölümünü bu tabaka oluşturur. Bu nedenle, dentin tabakasının yani diş minesinin zarar görmemesi ve sağlıklı kalabilmesi için kalsiyum hayati öneme sahiptir. Üstelik diş, kemikler gibi canlı bir yapıya sahip değildir. Kendisini iyileştiremez. Kemikler kırıldığında, sahip olduğu canlı kolajen yapı sayesinde kendini yenileyerek iyileştirebilmektedir. Dişimiz kırıldığındaysa, diş minesinin kendisini yenileme gibi bir kabiliyeti bulunmamaktadır. D vitamini eksikliği dişlerde çürümelere, periodontol hastalıklara hatta implantların başarılı bir şekilde yapılıp yapılamamasına dahi etki etmektedir. Bu nedenle, D vitamini diş sağlığının korunmasında vazgeçilmez unsurlardan biridir.

D Vitamini Kemikleri Korur Kanseri Önler

Bebeklerde kemiklerin sağlıklı gelişmesi ve yaşlılıkta kemik erimelerinin yaşanmaması için, D vitaminine ihtiyaç vardır. D vitamini, kemiklerde kalsiyumun depolanmasını sağlayarak kemik sağlığını korur. Kemiklerin sağlıklı olabilmesi tıpkı dişlerde olduğu gibi, depoladıkları kalsiyuma bağlıdır. Vücutta kalsiyumun depolanabilmesi içinse D vitaminine ihtiyaç vardır. D vitamini eksikliğinde, kemik erimesinin yanı sıra kemik ağrıları ve halsizlik gibi şikâyetler de baş gösterir.
D vitamini vücuttaki hücreler arası iletişimi artırarak hızla çoğalmalarını engellemektedir. D vitamini kan akışını hızlandırarak, kanserli hücrelerin kontrolsüzce çoğalmalarının önüne geçer. Beslenemeyen kanserli hücreler dar alanda hapis kalır. Hatta meme kanseri teşhisi konulan kadınlardan, D vitamini değerleri yüksek olanların hastalığı daha kolay atlattığı tespit edilmiştir. Uzun süre kapalı ortamlarda kalan kadınlarda, D vitamini eksikliği yaşama sıklığı daha çok görülmektedir. Gün içerisinde Güneş’le yapacağınız 15-20 dakikalık temaslar, vücuttaki D vitamini üretimini artıracaktır.

D Vitamini Eksikliği Nasıl Giderilir?

D Vitamini Eksikliği Nasıl Giderilir?

D vitamini eksikliği, vücudun ihtiyaç duyduğu D vitamini miktarının karşılanmadığı manasına gelmektedir. Vücutta üretilebilen; ancak sınırlı şekilde depolanan D vitamini vücuttaki kemik ve diş yapısına katılır. Vücudu kansere karşı korur, bağışıklık sistemini güçlendirir, sinir sisteminin çalışmasında görev alır. 

D Vitamini Eksikliği Belirtileri 

D vitamini eksikliği herkeste aynı belirtileri göstermeyebilir. Bazen belirti dahi göstermediği durumlar yaşanabilir. D vitamini eksikliği yorgunluk ve genel vücut ağrıları şeklinde ortaya çıkabilir. D vitamini eksikliği arttıkça kaslarda güç kaybı, kemik ve eklemlerde ağrı şikayetleri, zayıflayan bağışıklık sisteminin yol açtığı enfeksiyonlar, uykusuzluk, baş ağrısı, depresyon ve saç dökülmesi gibi sorunlar ortaya çıkabilir. İleri düzeyde yaşanan D vitamini eksikliklerinde ise; kemik erimesi, kas zayıflığı ve yürürken düşme eğilimi görülmektedir. Çocuklarda uzun süreli genel D vitamini eksikliğinde raşitizm adı verilen, kemiklerde zayıflama ve yumuşama hastalığı ortaya çıkar. Raşitizm hastalığına yakalanan çocuklarda büyüme geriliği, el ve bacaklarda kemik eğriliği görülür. D vitamini eksikliğini gidermek için 3 yöntem bulunmaktadır;  doğrudan belli sürelerde Güneş ışığına maruz kalmak, diyet programını düzenlemek ve D vitamini takviyesi almak.

D Vitamini Eksikliği için Güneş’e Çıkın

D vitamini eksikliği şikâyetleriniz varsa, vücudunuzun üretmesine imkân tanımak için Güneş’le temasınızı kesmeyin. Vücudun D vitamini üretebilmesi için, derinizin Güneş’le temas etmesi gerekir. Gün içerisinde en az 15-20 dakika, doğrudan Güneş ışığına maruz kalarak D vitamini üretimini başlatabilirsiniz. Gün içerisinde çok fazla kapalı alanlarda kalıyorsanız D vitamini eksikliği yaşıyor olabilirsiniz.

Beslenmenizi Düzenleyin

Vücudunuzdaki D vitamini eksikliğini gidermek istiyorsanız beslenmenizi yeniden düzenleyin. Günlük beslenme listenize süt, ayran, kefir, yoğurt, mantar, maydanoz, tereyağı, ton balığı, ısırgan otu, karaciğer, istiridye, yulaf, yumurta sarısı, somon, balık yağı ve tatlı patates ekleyerek D vitaminini gıdalardan temin edebilirsiniz. 

D Vitamini Takviyesi Alın

D vitamini eksikliği yaşayanlar için seçeneklerden biri de D vitamini takviyesi almaktır. Gün içerisinde uzun sürelerde Güneş ışığına maruz kalmak cilt kanseri riskine yol açabilmektedir. Diğer yandan, gıda maddelerinde verimi artırmak için kullanılan hormonlar ve yanlış ilaçlamalar nedeniyle gıdaların besin değeri düşük durumda. Vücudumuz için gerekli olan D vitamininin tamamının gıdalardan karşılanması, pek mümkün olmamaktadır. D vitamini eksikliğini gidermek için takviye edici gıdalardan yararlanılabilir. 

Probiyotik

Probiyotik

Probiyotik, “yaşam için” manasına gelmektedir. Bağışıklık sistemini ve sindirim sistemini koruyan probiyotikler, bağırsak florası içerisinde yer alan mikroorganizmalardan biridir. Bağırsak florası içerisinde dost ve düşman mikroorganizmalar birlikte yer alır. Bu mikroorganizmaların 500’den fazla türü olduğu ve bir insandaki sayısının 100 trilyonu bulduğu bilinmektedir. Bu mikroorganizmalar arasında yer alan canlı bakterilere ve mayalara kısaca probiyotik denmektedir.  Probiyotikler, bağırsak florası içerisindeki dost bakteriler olarak da bilinmektedir. Vücuda zarar veren, hastalığa neden olan düşman bakterilerin kana karışmasını engeller. Probiyotikler gıdalar yoluyla alınan minerallerin ve vitaminlerin emilimini sağlar, besinlerin sindirilmesini destekler. Gıdalardan sağladığımız fayda probiyotikler sayesinde artmaktadır. Vücutta oluşan iltihapların giderilmesinde aktif rol alır. Alerji gelişimini engeller.

Probiyotikler doğduğumuz andan itibaren vücudumuzda doğal olarak bulunur. Dışarıdan gıda olarak alınan probiyotikler de vardır. Bunları yoğurt, kefir, ayran, turşu, peynir, tereyağı, şarap, boza, şalgam gibi sıralayabiliriz. Bu gıdaları tüketsek dahi bağırsak floramızdaki denge probiyotiklerin aleyhine bozulabilir.  Böyle zamanlarda, çocukların ve yetişkinlerin takviye probiyotik alması gerekir.

Bağırsak Florası Neden Bozulur?

  • Antibiyotikler sadece enfeksiyona neden olan bakterileri değil, yararlı probiyotikleri de öldürür. Antibiyotik kullanımının artışına bağlı olarak vücutta dost probiyotik sayısı azalır.
  • Beslenmede bitkisel gıdalara yer verilmemesi, probiyotiklerin çoğalmasını etkiler. 
  • Sezaryenle dünyaya gelmek, yeni doğanın bağırsak florasını olumsuz etkiler. Anne karnındaki bebekte doğum anına kadar bakteri bulunmaz; ancak doğum anında annenin probiyotikleriyle temasa geçen bebekte bağırsak florası oluşmaya başlar. Anne sütü de bağırsak florasının sağlıklı gelişmesinde etkilidir. Bu nedenle, anne sütü ile beslenemeyen bebeklerin bağışıklık sistemi yeterince gelişmeyebilir.
  • Gıda sektöründe ve hayvancılıkta kullanılan, günümüzde giderek yaygınlaşan kimyasal maddeler vücutta probiyotik oluşumunu olumsuz yönde etkilemektedir. Kimyasal maddeler vücutta yeni ajanların oluşmasına neden olarak bağırsak florasındaki dengenin dost probiyotikler aleyhine bozulmasına neden olur.
  • Yaşlılığa bağlı olarak vücutta probiyotikler azalır, düşman bakterilerde ise artış gözlemlenir. Besinlerden yeterince emilim sağlayamayan, vitamin ve mineral yönünden zayıf kalan yaşlıların vücutlarında kronik rahatsızlıklar ortaya çıkmaya başlar.
  • Menopoz döneminde hormonal dengeleri değişen kadınların vücutlarında zararlı bakteri artışı gözlenir, bağırsak florasındaki denge bozulur.
  • Aşırı stres ve uyku problemleri bağırsak florasının bozulmasına neden olur.
  • Şekerli gıdaların çok tüketilmesi bağırsak florasındaki zararlı bakterileri besler ve onların üremesinde itici güç haline gelir.
  • Laktoz veya glüten alerjileri, kişinin beslenme düzenini etkiler. Süt ve tahıl ürünleri gibi bitkisel gıdalardan yoksun beslenme programları, vücutta probiyotik oluşumunu engeller. Alerjisi olan çocuk veya yetişkinler, laktoz ve glüten içermeyen takviye probiyotik kullanabilir.

Probiyotik ürünleri görmek için tıklayınız.

Magnezyum

Magnezyum

Magnezyum vücudumuzda bulunan en önemli 11 mineral içerisinde yer alır ve 4. sıradadır. Mineraller vücut tarafından üretilemediği için, dışarıdan besin yoluyla veya takviye edici ürünlerle alınması gerekmektedir. Magnezyumun vücudumuzda en çok kemik ve dişlerde (%60) yumuşak dokularda (%39) ve en az kanda (%1) bulunmaktadır. Yoğunluk açısından değerlendirildiğinde en yoğun olarak yer aldığı organlar beyin ve kalptir. Diğer yandan, 300’den fazla enzimin çalışmasında aktif rol aldığı için hayati öneme sahiptir. Vücudumuz enerji üretirken, kasların kasılmasını sağlarken, sinir sinyallerini gönderirken veya kan basıncını düzenlerken Magnezyum ihtiyacı duyar. Bir yetişkinin günlük Magnezyum ihtiyacı, yaklaşık 24 gramdır. Rezerv eksildiğinde, vücut üretemediği için kemiklerdeki magnezyumu kullanmaya başlar. Kemik sağlığı tehlikeye girer. Buna ek olarak; uzun süre pişirilen yemekler, yumuşak içimli sular veya çok işlenmiş gıdalar Magnezyum emiliminde %50’ye varan oranlarda azalmalar yaşanmasına neden olmaktadır. Stres ve gebelik gibi faktörler ise Magnezyum ihtiyacını artırırken, çok fazla terlemek Magnezyum atılımını artıran bir etki yaratmaktadır. Bu nedenle, takviye olarak alınması gerekmektedir. Yorgunluk, halsizlik, iştahsızlık, baş ağrısı, migren atakları, depresyon, kas krampları ve uyuşma gibi sorunlar yaşıyorsanız vücudunuzda Magnezyum eksikliği olabilir. Özellikle diyabet hastaları, böbrek yetmezliği olanlar, yaşlılar, kanser hastaları, alkol bağımlıları ve sindirim problemleri olanlar risk altındadır. 

Magnezyum ATA

Magnezyum takviyesi kullanmaya karar verdiğinizde, karşınıza birçok seçenek çıkacaktır. Bunlardan biri de Magnezyum ATA (Asetil Taurinat)’tır. Magnezyum ATA, beyin bariyerini geçebilen bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla depresyon gibi zihinsel sorunlara ve migren ataklarına karşı etkilidir. Uyku problemini çözer, kemik ve diş sağlığını korur. Vücuttaki magnezyum aktivasyonunu artırır. Felç veya kalp krizi riski için ya da bağırsak ve sindirim problemlerine yol açan elektrolit dengesizliğiiçin, Magnezyum ATA kullanabilirsiniz.

Sizin için en uygun Magnezyum türünü tespit etmek için doktorunuza başvurun.

Magnezyum Faydaları

  • İnsülin, DHEA, Tiroid, Testosteron ve Östrojen gibi birçok hormonun salınımında rol oynar.
  • Kortizol seviyesinin dengelenmesini sağlar.
  • Depresyonun ve stres bozukluklarının önüne geçer. Mutluluk hormonunun dengede kalmasında etkisi büyüktür.
  • Diş ve kemik sağlığının korunmasını sağlar.
  • Magnezyum vücuttaki yorgunluk ve bitkinlik hissine karşı etkilidir. 
  • Hücreye zarar veren cıva, alüminyum ve kurşun gibi elementlere karşı koruma sağlar.
  • Vücutta bulunan organ ve dokuların fonksiyonlarını tam olarak yerine getirebilmesi için, kan düzeyinin normal olması gerekir. Magnezyum vücuttaki kan düzeyinin dengelenmesinde önemli bir rol üstlenir. 
  • Hücre içindeki potasyum ve kalsiyum tutunma değerlerini olumlu etkiler. Magnezyum seviyesi düştüğünde hücre içindeki potasyum ve kalsiyumun işlevselliği de azalır.

Magnezyum ürünlerini görmek için tıklayınız.

Selenyum

Selenyum

Vücutta bulunan doku ve organlar, işlevlerini yerine getirebilmek için enzimlerin yardımına ihtiyaç duyar. Bu enzimlerin çalışabilmesi için de minerallere ihtiyacı vardır. Selenyum, enzimlerin görevlerini yerine getirmesinde onlara yardımcı olan ve vücut tarafından üretilemeyen önemli minerallerden biridir. En önemli görevi, Glutatyon enziminin çalışmasını sağlayarak bağışıklık sistemini, Tiroid bezlerinin çalışma düzenini ve DNA fonksiyonlarını iyileştirmektir. Glutatyon enzimi vücudun “ana antioksidanı” olarak bilinir ve serbest radikallerin yol açtığı hücre hasarlarının onarılmasını sağlar. Selenyum minerali Glutatyon ile birlikte vücutta bir antioksidan gibi işlev görerek, bazı kanser türlerinin oluşumunun önüne geçer. Özellikle karaciğer, meme, kolon ve prostat kanserleri söz konusu olduğunda Selenyum, hastalığın şiddetini azaltmada etkilidir. Ayrıca HIV virüsünün gelişimini engelleyerek AIDS hastalığını yavaşlatır. Doğurganlığı artırır. Selenyum kalp rahatsızlıklarına karşı koruma sağlar. DNA hasarlarının onarılmasında rol oynar. Vücudunuzda yeterli selenyum rezerviniz varsa saç ve tırnaklarınız hem daha güçlü hem de daha sağlıklı olur. Vücutta oluşan enfeksiyonlara ve iltihaplara karşı iyileştirici etkisi vardır. Özellikle erken yaşlanma belirtilerinin ortaya çıkmasını engeller. 

Selenyum dışarıdan gıda yoluyla alınabilir. Ancak tarımda kullanılan hormonlu gübreler, fabrikalarda gıdalara uygulanan işleme yöntemleri ve pişirmenin yüksek ısıda yapılması gibi nedenlerden dolayı; gıdalardan Selenyum tedariği yapmak çok zordur. Bu nedenle, günümüzde takviye Selenyum almak daha önemli hâle gelmiştir.

Selenyum Eksikliğinin Sonuçları

  • Bağışıklık sisteminin tepkilerinde yavaşlamalar meydana gelir.
  • Tiroid bezi iltihabı ve diğer Tiroid rahatsızlıkları oluşabilir. 
  • Hücre onarımı yavaşlar, yaşlanmaya karşı vücudun savunma sistemi zayıf düşer. 
  • Yaşlılığa bağlı olarak ortaya çıkan kronik rahatsızlık riski artar. 
  • Vücuttaki Selenyum eksikliği, kardiyovasküler hastalıkların oluşumunu hızlandırır. Özellikle kalp kası bozukluğunda Selenyum eksikliğinin büyük payı vardır.
  • Selenyum eksikliği kadınlarda düşük yapmaya yol açarken, erkeklerde kısırlığa sebebiyet verebilmektedir.
  • Selenyum fazlalığı ise vücutta toksin artışına neden olabilir. Selenyumun yeterli miktarda alınmasına özen gösterilmelidir.

Selenyum Faydaları

  • Hücrelerin onarılmasını sağlayarak yaşlanmayı geciktirir.
  • Antikor üretiminde aktif rol alır.
  • Kemoterapi alıyorsanız yan etkilerinden korunmanızı sağlar. Ayrıca kanserojen maddelerin vücuttaki etkilerini azaltan bir etkisi vardır.
  • İltihapları azalttığı için astım gibi solunum yolları rahatsızlıklarının tedavisinde faydalı olabilmektedir.
  • Onarıcı etkisinden dolayı vücutta oluşan yara ve yanıkların tedavisinde de Selenyum kullanılmaktadır.
  • Hepatit C, grip ve tüberküloz gibi rahatsızlıklarda iyileştirici etkisi vardır.
  • Yaş almaya bağlı olarak selenyum rezervlerinde azalma görülür ve bu durum Alzheimer hastalığını tetikleyebilir. Selenyum takviyesi ile Alzheimer hastalığının ortaya çıkışı engellenebilir.

Selenyum ürünlerini görmek için tıklayınız.

Kolajen

Kolajen

Kolajen, vücut bütünlüğünü korumak için görevli bir proteindir. Vücutta en fazla bulunan yapısal proteindir. Kolajen olmasaydı, organ ve dokularımız bir arada bulunamazdı. Kolajen aynı zamanda, cildimizin ihtiyaç duyduğu esnekliği ve parlaklığı sağlar. Bağ dokularını onarır. Kolajen kemik ve kas dokusunu korurken, eklemleri sağlıklı kılar. Vücudumuz kolajen üretmesine rağmen, 20’li yaşlardan itibaren kolajen üretiminde azalmalar başlar. Özellikle 40 yaş ve sonrasında kolajen üretimi çok zayıflar. Vücutta kolajen üretiminin azalmasıyla birlikte cilt matlaşır, sarkma ve kırışıklıklar meydana gelir, vücut esnekliği azalır, eklemlerde problemler ortaya çıkmaya başlar. Kolajen azaldıkça yaşlanma belirtilerinde artış gözlenir. Yaş almaya ek olarak, beslenme ve uyku düzenindeki sorunlar kolajen üretimini olumsuz etkiler. Özellikle sigara kullanmak, uzun süre güneş ışığına maruz kalmak, menopoz süreci ve şeker tüketiminde aşırıya kaçmak vücuttaki kolajen üretimini sekteye uğratan sebepler arasındadır. Ancak kolajeni dışardan takviye olarak alarak hem cildinizin daha genç görünmesini hem de kemik ve kas dokunuzun daha sağlıklı kalmasını sağlayabilirsiniz.

Kolajen Tipleri

Cildin yanı sıra eklem, organ, tendon, kemik ve kaslarda da kolajen bulunur. Kolajenin vücutta kullanıldığı yere göre farklı tipleri vardır.

  • Tip 1: Vücutta en çok bulunan kolajen tipidir. Vücutta bulunan kolajenin %90’ı tip 1’dir. Yapısı, sıkıca demetlenmiş iplikçik gibidir. Organlarda, tendonlarda, bağ dokusunda, dişlerde ve cildin yapısında bulunur. Yaraların iyileşmesinde ve cildin elastikiyetini korumasında rol alır.
  • Tip 2: Eklemlerde yer alan kıkırdak tarafından üretilen Tip 2 kolajen, eklem sağlığı açısından önemlidir. Azalması durumunda eklem ağrılarına neden olur.
  • Tip 3: Cilt sıkılığı ve esnekliğinin sağlanması ve korunmasında görev alan Tip 3 kolajen, aynı zamanda kan dokusu, kan damarları ve kalp oluşumunda destekleyicidir. Kasların güçlenmesini sağlar.

Vücutta tanımlanan 19 çeşit kolajen tipi vardır; ancak en çok bilinen ve ihtiyaç duyulan kolajen tipleri 1,2 ve 3 tür. 

Kolajen Takviyesi Alırken Bilmeniz Gerekenler

  • Kolajen yapısı itibariyle tek ve büyüktür. Büyük yapılı kolajenin sindirilmesi zor olduğu için peptit denilen küçük parçalara ayrılarak takviye olarak üretimi gerçekleştirilmektedir. 
  • Kolajen takviyeleri toz, sıvı, kapsül ve tablet şeklinde olmaktadır. Sıvı formdaki kolajen takviyelerinin emilimi hızlı gerçekleşir ve kullanımı kolaydır. Kolajenlerin içeriğinde bulunan hidrolize peptit, vücut tarafından daha iyi emilimi sağlar. Kolajen sentezinde C vitamini, Çinko, Bakır, Selenyum ve Glutatyon gibi antioksidanlar kullanılır. Aldığınız takviye kolajenlerin içeriğinde C vitamini, Çinko ve Selenyum bulunması etkiyi artıracaktır.
  • Kullanılması gereken günlük kolajen miktarı kolajen tipine göre değişebilmektedir. Kolajen kullanım süresi yaşa göre değişmekle birlikte, 2-3 ay kullandıktan sonra 1 ay ara verilip tekrar başlanması tavsiye edilir. 30-50 yaş aralığında yılda 2 defa, kür olarak uygulanması tavsiye edilmektedir. Doktorunuzdan daha detaylı bilgiyi edinebilirsiniz.
  • Tip 1 ve tip 3 kolajen, cildin %70’ini oluşturmaktadır. Bu nedenle cilt, tırnak ve saç sağlığı söz konusu olduğunda; Tip 1 ve Tip 3 kolajen karışımlarını tercih edebilirisiniz. Kemik ve eklem sağlığınız için Tip 2 kolajeni kullanmalısınız.
  • Ciltte renk eşitsizliği, yaraların iyileşmesinde gecikme, nem dengesinin bozulması, esnekliğinin kaybolması, saç dökülmesi ve tırnak kırılmaları gibi belirtiler vücuttaki kolajen üretiminin azalmasını haber veriyor olabilir. Doktorunuza danışarak, sizin için en ideal kolajen takviyesini alabilirisiniz.

Kolajen ürünlerini görmek için tıklayınız.

C Vitamininin Faydaları Nelerdir?

C Vitamininin Faydaları Nelerdir?

Vücudun sorunsuz şekilde işlevini sürdürebilmesi için protein,  karbonhidrat ve yağlar kadar mineral ve vitaminlere de ihtiyacı bulunur. C vitaminin de, insan vücudu için oldukça büyük öneme sahip bir vitamin çeşidi olduğu rahatlıkla söylenebilir.  Suda çözünen bir vitamin olduğu ve vücutta üretilmediği için tamamı besinler yoluyla alınır. C vitamini vücutta depolanmadığı için her gün ihtiyaç duyulan kadar vitaminin vücuda alınması gerekir. C vitaminin insan vücudu için pek çok faydası bulunur. Bu nedenle günlük C vitamini gereksiniminin karşılanması oldukça önemlidir.

Günlük olarak alınması gereken C vitamini düzeyi kadınlar için 75 mg, hamilelik döneminde 85 mg ve emzirme döneminde ise 120 mg olarak tavsiye edilir. Erkeklerin ise günlük 90 mg C vitamini almaları gerekir. Sigara kullananların ise bu düzeylerden 35 mg daha fazla C vitamini almaları önerilir. 

İşte C Vitaminin Faydaları!

İnsan vücudundaki kan damarlarının, kıkırdakların, kasların ve kolajen proteininin oluşturulması için de C vitaminine ihtiyaç vardır. Vücudun çeşitli yaralanmalardan sonraki iyileşme sürecinde de önemli rol oynar. C vitamini besinlerden alınan demirin emilimini ve depolanmasını kolaylaştırır. Böylece demir emilimini artırarak kansızlığı da önler.

Bağışıklık sistemini güçlendirir, doğum öncesi sağlık problemlerinin ve göz hastalıklarının da önüne geçmeye yardımcı olur. Cilt kırışıklıklarına, cilt kuruluğuna ve yaşlanmaya karşı da olumlu etkileri olduğu söylenebilir. Dişlerin onarımını ve sağlıklı yapılarının korunmasını sağlar. Antioksidan özelliği bulunur. Serbest radikallere karşı vücudun zarar görmesini engeller.  Yüksek kolesterol ile trigliserid düzeyini dengelemeye yardımcı olur. Kalp ve damar hastalıkları gibi pek çok kronik hastalığa karşı koruyucu özellik sergiler. Tansiyonu düşürücü etkisi olduğuna dair çalışmalar da bulunur. Gut hastalığının, ciddi ağrı şişkinlik ve iltihaplanmalara yol açtığı bilinir. C vitamini kandaki ürik asit seviyesini azaltır. Gut ataklarını önler ve hastalığın gelişim ihtimalini azaltır. C vitamini merkezi sinir sisteminde oksidasyon ve inflamasyon problemlerini engelleyerek düşünme yeteneğini ve hafızayı kuvvetlendirir. Böylece yaşlanmaya bağlı olarak görülen unutkanlıkla da mücadele eder. Beyaz kan hücrelerinin üretiminin artmasına yardımcı olur ve bağışıklık sistemini güçlendirerek, enfeksiyonlara karşı da koruma oluşturur.

WhatsApp Sipariş Hattı
Add to cart